Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
1989 yılında Pekin’de yaşanan Tiananmen Meydanı olayları sırasında Jeff Widener tarafından çekilen fotoğraf, dört tankı tek başına durdurmaya çalışan bir vatandaşı gösteriyor. Fotoğraftaki kişi, kimliği belirlenemediği için, bu kareyle “meşhul isyancı” ya da “tank adam” isimleriyle cesaretin bir simgesi olarak hatırlanıyor. Fotoğrafçısının hasta olduğu döneme denk geldiği için netliğin yakalanamadığı da söyleniyor.
20’nci yüzyılın en unutulmaz karelerinden biri olarak kabul edilen bu fotoğraf 20 Eylül 1932’de New York’taki Rockefeller Merkezi gökdeleninin inşasında çekildi. İşçilerin öğlen yemeği yediği anı gösteren fotoğraf, geçtiğimiz yıllarda kurgu olduğu iddiası ortaya atılsa da ilgisini koruyor. 69.katta çelik kiriş üzerinde yemek yerken fotoğraflanan işçilerin, tüm araştırmalara rağmen kimlikleri bulunamadı.
ZORLU AMELİYAT…
1987 yılına ait, tıp tarihinin belki de en çarpıcı fotoğraflardan biri!
1987’de Polonya’da 23 saat süren bir kalp naklinin hemen sonrası...
Ameliyattan sonra tamamen tükenmiş, hastasının kalbini ekranda izleyen bir profesör.
Arka köşede, ameliyat sonrası yorgunluktan uyuyakalan bir asistan...
Ameliyatın gerçekleştiği ağır şartlar fotoğrafta açıkça görülüyor...
Masada yatan hasta, Profesör Religa'nın 19. hastası ve Polonya'da kalp nakli yapıldıktan sonra en uzun yaşayan kişi..
Cerrah, hastasını son bir kez daha kontrol ediyor.
Bu hasta kalp naklinden sonra tam 30 yıl yaşamış ve 2017’de vefat etmiş. Profesör ise, 2010’da hayatını kaybetmiş...
Fotoğraf, National Geographic tarafından, tarihin en önemli 100 fotoğrafı listesine dâhil edildi.
ACIMASIZLIĞIN RESMİ
29 Nisan 1945'te, Almanya, Dachau toplama kaplarından kurtuluşunun ardından, subay lojmanlarının yıkıntıları arasında tüyler ürpertici bir sahne yaşandı.
Enkazın arasında, açlıktan harap olmuş, gözleri çökmüş ama hâlâ sabit, iskelet gibi bir mahkûm oturuyordu.
Önünde, tuşları çatlamış, sessiz ve görünüşte yenilmiş, kırık bir piyano vardı. Bu gerçeküstü manzaradan etkilenen bir asker, yanına yaklaştı ve yumuşak bir sesle, "Çalabilir misin?" diye sordu.
Adamın sesi fısıltıdan zar zor yükseliyordu. "Denerim" dedi.
Titreyen elleriyle, incecik parmaklarıyla tuşlara uzandı. Ortaya çıkan, Ave Maria'nın kırılgan, titrek bir yorumuydu. Her nota, kusurlu da olsa, kışlada acı ve lütufla örülmüş bir dua gibi yankılanan kutsal bir ağırlık taşıyordu.
Askerler donakaldılar, gözyaşları yüzlerinden aşağı akıyordu. O anda, acı ve ölümün gölgeleri arasında, güzellik narin, meydan okuyan ve unutulmaz bir şekilde geri döndü. Piyano, kırık da olsa, hafızanın, ölmeyi reddeden insanlığın bir aracı haline geldi.
Piyanist iki gün sonra vefat etti.
Ancak son armağanı, bir şarkı olarak değil, Dachau'nun susturulmuş ruhları için bir dua olarak varlığını sürdürdü. En karanlık saatlerde bile, tek bir cesaret ve sanat eyleminin onuru geri getirebileceğinin, tanıklık edebileceğinin ve bunu yapamayanlar adına konuşabileceğinin kanıtıydı.
***
Tarih bize yalnızca hayatta kalmayla değil, umutsuzluğa meydan okuyan küçük, olağanüstü eylemlerle de anlatıyor.
Kötü yönetimlerin ve acımasız liderlerin, tüm masum insanlara yaşattıkları acılar için çok üzgünüm.
Nejat Gölbaşı